Cinsel kimliğin temelleri, yaşamın ilk yıllarından itibaren oluşmaya başlar ve neredeyse tüm yaşam boyunca devam eder. Bu gelişim sürecinde, bir “erkek” veya “kız” olarak dünyaya gelen çocuklar sahip oldukları cinsiyete ait toplumsal ve kültürel normları yavaş yavaş içselleştirerek “cinsel kimliklerini” edinirler. Her iki cinsiyetin kendine özgü bazı gelişimsel özellikleri olsa da, belli bir yaşa kadar tüm çocukların gelişimi aşağı yukarı benzer bir rotayı takip eder ve karşılaşabilecekleri psikolojik sorunlar da az çok benzerlik gösterir.
Ancak, yaklaşık olarak 10-15 yaşları arasını kapsayan “buluğ çağı”yla (“puberte”, “erinlik”, veya “ön ergenlik”) birlikte, her iki cinsiyetin kendine özgü farklı gelişimsel görevler iyice belirginleşir ve dolayısıyla da “sadece erkeklere özgü” veya “sadece kadınlara özgü” psikolojik sorunlar görülmeye başlanır.
AYBAŞI KANAMALARI (“MENSTRÜASYON”, “ADET KANAMASI”, “REGL”):
Sadece kadınlara özgü ilk önemli psikolojik sıkıntı, buluğ çağında başlayan ve gerçek anlamıyla “kadın” olmanın ilk göstergesi sayılabilecek aybaşı kanamalarına yönelik olası olumsuz tepkilerdir.
Her kadında sağlıklı ve normal gelişimin bir parçası olan bu dönemin sıkıntılı ya da rahat bir biçimde atlatılabilmesi, adet kanamaları başlayan kız çocuğunun bu gelişimsel dönüm noktasına ilişkin duygularının, düşüncelerinin ve tutumlarının olumlu ya da olumsuz olmasıyla bağlantılıdır. Ve bu da anne-babasının, öğretmenlerinin, yakın çevresindeki diğer yetişkinlerin, ve çocuğun kendi yaşıtlarının bu yaşantıya ilişkin duygularıyla, düşünceleriyle, ve tutumlarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Aybaşı kanamalarının başlamasına ilişkin olumsuz (ayıplayıcı, suçlayıcı, aşağılayıcı, vb.) bir tutum takınan anne-babalar ve yakın çevredeki diğer kişiler, çocukların kendi bedenlerine ilişkin olumsuz duygular (utanç, korku, kaygı, nefret) geliştirmesine ve olumsuz etkileri yıllar boyunca devam edebilecek psikoseksüel sorunlar yaşamasına neden olabilir.
AYBAŞI KANAMALARI ÖNCESİ PSİKOLOJİK GERGİNLİK (PRE-MENSTRÜAL SENDROM)
Aybaşı kanamasından 1 -2 hafta önce başlayan gerginlik, sinirlilik, yorgunluk, bunalma, eklem ağrıları, göğüslerde hassasiyet, baş ağrısı, vücutta su tutulmasına bağlı şişlikler ve kilo artışı gibi belirtiler premenstrual sendrom olarak tanımlanır. Bu durum adet dönemindeki hormonal değişimin sonucunda ortaya çıkar ve adet görülmesiyle birlikte sıkıntılar azalarak birkaç günde kaybolur. Premenstrüal sendrom belirtileri bazen çok hafif şiddette, bazen de kişinin iş hayatını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilecek kadar şiddetli olabilir.
KADINLARDA CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI:
Cinsel sorunlar, çiftlerin cinsel hayatlarını olumsuz biçimde etkileyerek ilişkinin genelinde büyük çaplı sıkıntılar yaşanmasına neden olabilir. Ayrıca, sevilmeme, beğenilmeme, terk edilme korkusu, yalnızlık, kendine güvensizlik, yetersizlik, başarısızlık, aşağılık duygusu, suçluluk, küçük düşme, mahçup olma, diğerlerine göre eksiklik gibi duygular yaşanmasına neden olarak kişinin genel ruh halini çok olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozuklukları şunlardır:
1) Cinsel birleşmenin olamaması (vajinismus)
Cinsel birleşme sırasında vajinanın dış kısmının aşırı biçimde kasılarak penisin girişini imkansız hale getirmesine, vajinismus adı verilir.
Çoğunlukla, cinsel birleşmenin fazla acı vereceği şeklinde kaygı ve korku dolu bir beklenti ile başlayan cinsel ilişki, vajina kaslarının kasılarak cinsel birleşmeyi imkansız hale getirmesiyle sonuçlanır. Ve sonraki her cinsel birleşme girişimi kadında yoğun endişe, sıkıntı ve korku uyandırmaya başlar. Cinsel birleşmenin olamaması, kadında çoğu zaman yetersizlik, suçluluk, başarısızlık, utanç, terk edilme korkusu gibi duyguların yaşanmasına neden olur.
Sorunun organik ve psikolojik nedenlerinin belirlenebilmesi için, öncelikle kapsamlı bir jinekolojik muayene gerekir. Sorunun psikolojik kökenli olduğu belirlenirse, psikoterapi uygulanır. Vajinismusa neden olabilecek psikolojik etkenler şunlardır:
- Cinsel ilişkiye yönelik (cinsel birleşmenin çok acı vereceği şeklindeki, vb.) yoğun bir korku, kaygı, evhamlı düşünceler, önyargılar
- İlişkinin genelinde yaşanan sorunlar
- Gebe kalma korkusu
- Bekaretin kaybedilmesiyle ilgili korkular
- Önsevişme ve vajinal kayganlık oluşmadan cinsel birleşme girişimi
- Travmatik bir şekilde yaşanan ilk cinsel ilişki
- Önceki travmatik cinsel deneyimler
- Cinsellikle ilgili olumsuz düşünce ve duygular (“cinsellik pistir, günahtır, vb.”)
- Cinselliğe yönelik aşırı sert anne-baba tutumları
- Yetersiz veya yanlış cinsel bilgilenme
- Cinsel isteksizlik
2) Ağrılı cinsel ilişki (disparoni)
Cinsel birleşme sırasında vajinada basınç, yırtılma veya yanma olarak hissedilen şiddetli ağrıya disparoni adı verilir. Vajinismustan farkı, cinsel birleşmenin çok ağrılı da olsa gerçekleşmesidir.
Bu ağrıya neden olabilecek organik ve psikolojik etkenleri belirleyebilmek için öncelikle kapsamlı bir jinekolojik muayene gerekir. Ağrının psikolojik kökenli olduğu belirlenirse, psikoterapi uygulanır.
Disparoni ile vajinismus’mun yaşanmasına neden olabilecek psikolojik etkenler aşağı yukarı aynıdır.
3) Cinsel isteksizlik ve uyarılma eksikliği
Cinsel isteksizlik ve uyarılma eksikliği, kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Kadınlarda bu sorunun yaşanmasına neden olabilecek psikolojik etkenler şunlardır:
- vajinismus veya ağrılı cinsel ilişki nedeniyle cinsellikten kaçınma ve soğuma,
- erkeğin yaşadığı cinsel işlev bozuklukları (sertleşmeme, erken boşalma),
- kişinin genel ruh halini olumsuz etkileyen psikolojik sıkıntılar (depresyon, kaygı bozukluğu, vb.),
- travmatik cinsel deneyimler,
- cinsellikle ilgili olumsuz düşünce ve duygular,
- ilişkinin genelinde yaşanan sorunlar,
- kadının cinsel ilişkide orgazm yaşayamaması
4) Orgazm olamamak
Kadınlarda orgazmın göstergesi, klitorisin ve vajinanın yeterince uyarılması sonucunda birbirinin ardı sıra oluşan vajinal kasılmalar ve ardından gelen gevşeme duygusudur. Erkekte olduğu gibi, kadında da cinsel zevkin doruk noktasıdır. Erkeğin orgazmına odaklanan ve kadının orgazma ulaşmasının ikinci planda kaldığı ilişkilerde uzun vadede bazı doyumsuzlukların ve gerginliklerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki, cinsel ilişkiden alınan zevki hem erkek hem de kadın açısından sadece orgazma endekslemek çok doğru değildir. Cinsel ilişkinin bütünü keyif vericidir ve “orgazm” da bu ilişkinin sadece bir parçasıdır, varılması gereken nihai hedef değildir.
HAMİLELİK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN PSİKOLOJİK SIKINTILAR:
Hamilelik dönemi, annenin ve babanın hayatlarında yepyeni bir rol almaya hazırlandıkları ve tüm ailenin hayatında büyük çaplı bir değişimin gerçekleştiği önemli bir dönüm noktasıdır. Hamilelik bir yandan mutlu ve heyecanlı bir bekleyiş olarak yaşanırken bir yandan da bazı psikolojik sıkıntılara zemin hazırlayabilir. Hamilelik döneminde görülebilen bazı psikolojik sıkıntılar şunlardır:
- birdenbire ortaya çıkıveren hüzün ve ağlama nöbetleri,
- konsantrasyon zorluğu, dikkat dağınıklığı, ve unutkanlık,
- cinsel isteksizlik,
- evhamlı düşünceler ve endişe (kaygı) duygusu,
- aşırı uyuma veya uykusuzluk,
- aşırı iştah veya iştah eksikliği,
- yoğun bir öfke ve hırçınlık,
- yoğun korkular ve kabuslar,
- yoğun bir gerginlik ve huzursuzluk,
- hayata karşı isteksizlik ve keyifsizlik,
- yoğun bir değersizlik ve yetersizlik duygusu,
- geleceğe ilişkin karamsarlık ve umutsuzluk,
- kendine veya bebeğe zarar verme düşünceleri
Bu psikolojik sıkıntıları bazı kadınlar hiç yaşamaz, bazıları çok hafif düzeyde ve zaman zaman yaşar, bazı kadınlar ise çok yoğun bir şekilde ve tüm hamileliği boyunca yaşar. Çocuk doğuracakları için kendilerini tamamen mutlu olmak zorundaymış gibi hisseden ve gayet doğal olarak yaşanabilen bu sıkıntılara anlam veremeyen bazı hamile kadınlar kendilerini suçlarlar, vicdan azabından dolayı yaşadıkları sıkıntıları çevrelerindeki kişilerle paylaşamazlar, ve sonuçta da yaşadıkları sorunlar katlanarak artar.
Hamilelik döneminde yaşan bu psikolojik sıkıntıları tetikleyebilecek bazı olası etkenler şunlardır:
- hamilelikle ilgili hormonal değişimler,
- kadının eşi veya ailesiyle yaşadığı ilişki sorunları ve çatışmalar,
- sosyal ve duygusal desteğin yetersiz olması, yalnızlık hissi
- gelecekle ilgili belirsizlik,
- değişmiş olan bedensel görünüme uyum sağlayamamak, kendini “çirkin” görmek
- yaşam şeklinin değişmesi (işi bırakmak, evde hareketsiz bir yaşam tarzına uyum sağlayamamak,vb),
- “annelik” rolünü almaya hazır olmamak,
- istek dışı gebelik,
- sorunlu yaşanan önceki gebelikler (düşük, kürtaj, ölü doğum, vb.),
- uzun ve stresli bir tedavinin sonucunda gebe kalmış olmak,
- anne karnındaki bebeğin sağlık sorunları,
- riskli ve zor gebelik,
- doğumla ilgili korkular,
- maddi zorluklar,
- yakın zamanda yaşanmış kayıplar,
- annenin kişilik özellikleri,
- geçmişte yaşanmış travmatik (örseleyici) olaylar
HAMİLELİK SONRASINDA GÖRÜLEN PSİKOLOJİK SIKINTILAR:
Bebeğin doğumunu takip eden ilk günlerde çoğu anne (ve baba) çok karmaşık duygular içindedir. Ailenin hayatı birden çok köklü bir biçimde değişmiştir. Anne ve baba kendisini yepyeni bir rol içinde buluverir. Aileye yeni bir üyenin katılmasıyla yeni bir ilişkiler dengesinin kurulması kaçınılmaz hale gelir. Bu değişime uyum sağlamak zorunda olan anne (ve baba), bir yandan tarifi imkansız bir mutluluk ve heyecan yaşarken öte yandan da hiç anlam veremedikleri bazı olumsuz duygular yaşar. Bu gayet doğal ve kaçınılmaz bir durumdur çünkü her köklü değişim kişiyi bir miktar strese maruz bırakır. Ama doğum sonrasında kendisini tamamen mutlu olmak zorundaymış gibi hisseden ve kendisine hiçbir olumsuz duyguyu (hüzün, öfke, kaygı, korku, vb.) yakıştıramayan bazı anneler bu duygularından dolayı kendilerini acımasızca eleştirip suçlarlar, bu duygularından dolayı eleştirilmekten ve yargılanmaktan korkarlar ve bu yüzden yaşadıkları sıkıntıları çevrelerindeki kişilere anlatmaya çekinirler. Bunun sonucunda da, yaşadıkları sorunlar katlanarak artar.
Hamilelik sonrasında yaşanabilen psikolojik sıkıntılar, hamilelik döneminde görülebilen ve bir önceki bölümde belirtilmiş olan psikolojik sıkıntılara benzer. Bunlara zemin hazırlayabilecek olası etkenler de yine bir önceki bölümde belirtilen etkenlerle aşağı yukarı aynıdır.
Bu psikolojik sıkıntılar hamilelik sonrasında bazen çok hafif düzeyde hissedilir, annenin gündelik yaşantısını ve “annelik” rolünü fazla olumsuz bir şekilde etkilemez, ve en geç 1-2 hafta içinde kendiliğinden yok olur. Ancak, bazı durumlarda bu sıkıntılar çok yoğun bir şekilde yaşanabilir, anneye ve dolayısıyla bebeğe zarar verecek duruma gelebilir, ve süresi 1-2 haftayı geçebilir. Her iki durumda da bu süreci daha kolay ve sağlıklı bir şekilde atlatabilmek için bir uzman yardımı alınması gerekir.
MENAPOZ DÖNEMİNDE GÖRÜLEN PSİKOLOJİK SIKINTILAR:
Kadınının düzenli adet kanamalarının ve doğurganlık özelliğinin sona erdiği dönem, menapoz olarak adlandırılır. Menapoz da ergenlik dönemi, hamilelik ve doğum gibi kadının hayatında çok önemli olan çalkantılı bir dönüm noktasıdır.
Menapozun ilk belirtileri, aybaşı kanamalarının düzensizleşmesidir. Menapoz döneminde kadının vücudunda yaşanan hormonal değişimler sonucu aşırı terleme, sıcak basmaları , gerginlik, halsizlik, çarpıntı, uykusuzluk, dikkat dağınıklığı, unutkanlık, ani öfke nöbetleri, aşırı duygusallık, alınganlık, keder duygusu ve çökkün ruh hali görülebilir.
Ancak, bu dönemde yaşanabilen psikolojik sıkıntıların sadece bedendeki hormonal değişimle ilgili olmadığı da söylenebilir. Çünkü menapoz dönemi, çoğunlukla çocukların büyüyüp evden ayrıldığı, çalışma hayatının sonuna yaklaşıldığı, ilerleyen yaşla birlikte bazı hastalıkların arttığı ve fiziksel aktivitelerin azaldığı, kişinin anne-babasının iyice yaşlanıp bakıma muhtaç hale geldiği veya vefat ettiği, kişinin yakın çevresinden birilerinin vefat ettiği bir dönem olarak bazı psikolojik sıkıntıların kaçınılmaz olarak yaşandığı bir dönemdir.
************************
Kadınlara özgü olan tüm bu psikolojik sıkıntıların hiçbiri çözümsüz değildir. Varolan durum (adet kanamaları, hamilelik, menapoz, vb.) belki değiştirilemez ama bu verili duruma ilişkin olumsuz düşünceler, duygular ve tutumlar değiştirilebilir. Bu da, yaşanan psikolojik sıkıntının en iyi çözümüdür. Bu psikolojik sorunları en kısa zamanda ve en az zararla atlatabilmenin yolu ise, hiç çekinmeden ve gecikmeden psikolojik yardım almaktır.
Serhat TÜRKTAN
Uzman Klinik Psikolog