Depresyon

Erişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da depresyon sık görülen psikiyatrik bir bozukluktur. Son 20 yıldır yapılan araştırmalar affektif bozuklukların, sıklıkla yaşamın erken dönemlerinde başladığını göstermektedir. DSM-IV’te çocuk ve ergenler için ayrı ölçütler bulunmamakta, erişkinler için majör depresif bozukluk ölçütleri küçük değişikliklerle çocuk ve ergenler için de geçerli kabul edilmektedir.

 

DSM-IV majör depresif bozukluk ölçütleri şunlardır:

1. Depresif duygu durumu (çocuk ve ergenlerde irritabilite bulunabilir),

2. Anhedoni,

3. Kilo kaybı ya da kilo alımı, iştahta azalma ya da artma (çocuklarda beklenen kilonun alınmaması),

4. Uykusuzluk ya da aşırı uyuma,

5. Psikomotor ajitasyon ya da retardasyon,

6. Yorgunluk, bitkinlik ya da enerji kaybı,

7. Değersizlik ve suçluluk duyguları,

8. Düşünceleri yoğunlaştırmada güçlük ya da kararsızlık,

9. Ölüm ve intihar düşünceleri, planları ya da girişimleri.

İki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile birlikte yukarıdaki belirtilerden beşinin (ya da daha fazlasının) bulunmuş olması; belirtilerden en az birinin ya depresif duygudurum, ya da ilgi kaybı, ya da artık zevk alamama olması gerekir. Majör depresif bozukluğun (MDB) yaygınlığı prepubertal çocuklarda %1-2, ergenlerde ise %3-4 olarak belirtilmektedir. Yaş gruplarına göre ayrım yapıldığında yaygınlık 3-5 yaş grubunda %0.3-0.5, 6-8 yaş grubunda %2-4, 9- 12 yaş grubunda %3-5, 13-18 yaş grubunda %5-10’dur. Toplum örnekleminde 18 yaş grubunda kümülatif sıklığı %20 olarak saptanmıştır. MDB ergenlik öncesi kız ve erkeklerde benzer oranlarda görülürken, ergenlikten sonra kızlarda görülme olasılığı erkeklere göre daha yüksektir. Ergenlik dönemindeki kızlarda depresyonun görülme sıklığının artışında hormonal ve çevresel etkilerin rol oynadığı düşünülmektedir. Son zamanlarda hem akademik dergilerde, hem de medyada çocuklarda ve ergenlerde depresyon sıklığının arttığına ilişkin yayınların sayısında artış olmuştur.

Depresif bozukluklar diğer psikiyatrik bozukluklara benzer olarak genetik, ailesel ve çevresel etkenler arasında karşılıklı etkileşim sonucu ortaya çıkmaktadır. Ailesinde depresyon görülen çocukların depresyon geçirme riski daha yüksektir. Klein ve ark. ergenlerde MDB’un özellikle anne depresyonu ile ilişkili olduğunu bulmuştur. Depresif çocukların akrabalarının depresyon halinde geçirdiği süre, depresyon göstermeyen çocukların akrabalarınınkinin iki katıdır. Bu ve bunun gibi çalışmalar güçlü ailesel bağlara işaret etse de, literatürde çocuklardaki depresif bozukluk üzerine genetik etiyolojiyi destekleyici bir ikiz veya moleküler genetik araştırmasına rastlanmamıştır. Hem klinik, hem de toplum örnekleminde olumsuz yaşam olayları ve depresif belirtiler arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada kaybolma, anne babanın ayrılması, intihara yatkınlık depresyon başlangıcıyla özdeşleştirilen travmatik yaşantılar olarak belirtilmektedir.

Anne-babanın depresyon veya başka psikiyatrik bozukluğunun olması, ailede çatışmalar ve duygusal ve fiziksel istismarı da içeren anne-baba kaynaklı sorunlar önemli ailesel etkenlerdir.  Aile dışı etkenler arasında akranlarla ilişki sorunları önem taşımaktadır. Okuldaki zorluklar, örneğin farkında olunmayan bir öğrenme güçlüğüne dayalı akademik başarısızlık, çocuk veya ergenin benlik saygısını azaltabilir, düşük benlik saygısı psikososyal risk etkenlerinden biridir. Bazı stres yaratan tetikleyiciler çocuğun sosyal ve genel çevresinde sürekli var olan etkenlerdir. Çocuklar ve ergenler doğal olarak çevrelerine ve ailelerinin yardımına gereksinme duyar. Daha geniş çevrede depresyona temel hazırlayan etkenler barınılan yerin kötü olmasını, yoksulluğu, işsizliği, şiddete maruz kalmayı, cinsel yönelim ve ırkçılıkla bağlantılı olarak kurbanlaştırılmayı içerir. Bu tetikleyicilerin çoğu belirsizdir ve zor yaşam koşullarında yaşayanlar anksiyete kadar depresyon belirtileri de geliştirebilir. Biyolojik düzeneklerin depresif bozukluk etiyolojisindeki rolü halen araştırılmaktadır. Monoamin varsayımı, depresif bozukluğun beyinde serotonin gibi bir monoamin nörotransmiter sisteminin az çalışmasından kaynaklanabileceğini ileri sürmektedir. Bu varsayıma kanıt, monoamini azaltan ilaçların depresyona neden olabilmesinden ve monoamin sağlayan ilaçların depresyonu azaltıcı etki yapmasından gelmektedir. Ancak bunu etiyolojik bir etken olarak destekleyecek doğrudan bir kanıt henüz saptanamamıştır. 

Depresyonlu bazı ergenlerin bazal kortizol düzeyinde anormallikler olduğu belirlenmiştir. Araştırmalar sürekli şekilde zorluk veya stres yaşayan çocukların depresyon başlangıcını tetikleyecek şekilde yüksek düzeyde kortizol döngüsü olduğunu ortaya koymuştur. Yüksek düzeyde kortizolun nörotransmitter serotonin sisteminde zarara yol açacağı ileri sürülmüştür. Bu da, erken yaşta yaşanan olayların uzun vadeli biyokimyasal etkilerinin olma olasılığını yükselttiğini ve bu nedenle ergenlerde depresyon riskini artırdığını düşündürmektedir. 

MDB’un ana belirtilerinin yaşam boyu benzer olduğu, ancak çocuğun fiziksel, duygusal, bilişsel ve sosyal gelişim düzeyinin belirtilerin ortaya çıkış şeklini etkilediği bildirilmektedir. Örneğin, çocuklarda depresyon belirtileri duygudurumda değişkenlik, irritabilite, öfke nöbetleri, engellenme eşiğinde düşme, bedensel belirtiler ve/veya depresif duyguları dile getirme dışında var olan bir toplumsal içe çekilme olarak da görülebilir. Çocuklarda görülen depresyon belirtileri gelişim özellikleri yaş gruplarına göre dikkate alınarak 4 gruba ayrılabilir:

1. 13-18 yaş grubu: Yakınmalar erişkinlerinkine benzer, ama dürtüsellik, irritabilite ile davranış değişiklikleri daha çoktur. Okul performansında düşme görülebilir. Bu yaş grubunda daha küçük yaş gruplarına göre daha çok uyku ve iştah değişiklikleri, erişkine benzer intihar düşünce ve girişimleri bulunmaktadır.

2. 9-12 yaş grubu: Yakınmalar erişkin yaş grubuna benzese de sıkıntı, düşük özgüven, suçluluk, ümitsizlik, evden kaçma isteği ile ölüm korkusu yakınmalarına daha sık rastlanır.

3. 6-8 yaş grubu: Daha büyük yaş gruplarından farklı olarak hissettiklerini dile getirmede zorluk yaşarlar. Karın ağrısı, baş ağrısı gibi bedensel yakınmalar büyük yaş gruplarına göre daha çoktur. Nedensiz bağırmalar, açıklanamayan irritabilite, başkalarınca gözlemlenen anhedoni temel yakınmalar arasında olabilir.

4. 3-5 yaş grubu: Bu gruptaki yakınmalar 6-8 yaş grubuna benzer. Ancak yakınmaların DSMIV tanı ölçütlerinde belirtilen ‘2 hafta boyunca sürekli var olması’ bu yaş grubunda olmayabilir. Ayrıca yakınmalar arasında oyuna ilgide belirgin azalma, özellikle oyunda kendini belli eden yıkıcılık bulunabilir. Nöbet süresi kliniğe gönderilen depresyonlu çocuklarda ortalama 7-9 ay iken, bu oran toplum örnekleminde ortalama 1-2 ay olarak belirtilmektedir.2 Bazı çalışmalar genç depresyonluların yaklaşık %90’ının ilk nöbetten 1-2 yıl sonra yeni bir nöbet geçirdiğini ve yaklaşık %6- 10’unun kronikleştiğini göstermiştir. Kronikleşmeyi etkileyen etkenler, başlangıç depresyonun çok şiddetli olması, sürmekte olan uzun süreli olumsuzluklar, birlikte başka psikiyatrik bozuklukların da varlığı, ailede psikiyatrik bozukluğu olanların bulunması ve sosyal destek eksikliği olarak bildirilmektedir. MDB’u olan çocuk ve ergenlerin yaklaşık %20-40’ında başlangıç depresyonundan sonra yaklaşık 5 yıl içinde bipolar bozukluk geliştiği saptanmıştır. Bu konuda risk etkenleri psikomotor yavaşlama, psikotik depresyon, ailede bipolar bozukluk öyküsünün varlığı ve farmakolojik olarak indüklenmiş mani olarak bildirilmektedir.

Tedavi: Özellikle küçük yaş grubunda olmak üzereöncelikle aile ile çalışma, bireysel psikoterapi yöntemleri uygulanır ve gerekirse ek olarak farmakoterapiye başvurulur.