Boşanma ve Aile Bireyleri Üzerine Etkileri

BOŞANMA SÜRECİ :Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun en son verilerine göre boşanma oranları % 35 ‘lere ulaşmıştır. Tanışma durumuna göre boşanmalar: Tanıştırılıp flört ederek evlenenlerin boşanma oranı % 80.3. Tanışıp flört etmeksizin evlenenlerde boşanma oranı % 71. Tanışıp flört ederek evlenenlerde boşanma oranı % 67.  Boşanan eşlerin evlenirken dikkat ettikleri öncelikler: Yakışıklılık-güzellik % 30. Aşık olma % 21.9. Güzel huy % 9.5. Dini yaşayış % 5.6. Ekonomik güç % 5.3
1- Boşanma öncesi düşünme dönemi: Çiftlerde birbirlerine yabancılaşma başlar. İlişkide tatminsizlik ve bu gerçeğin fark edilmesiyle korku, üzüntü, kaygı, kaos, yetersizlik duyguları, boşluk hissi ve suçluluk duyguları oluşur. Eşler birbirleriyle sürekli tartışırlar, yüzleşmeye çalışırlar, terapi arayışına girebilirler. Birbirlerine karşı fiziksel ve duygusal olarak içe kapanma, çelişkili duygular yaşamak, zaman zaman eski sevecenliklerini kazanma çabaları görülür. Bir süre de negatif iletişimler ve negatif duygularla yaşarlar. 
2- Boşanma süresi - mahkeme dönemi duygular ve davranış: Çiftlerden birinde veya her ikisinde depresyon görülebilir. Kızgınlık, ümitsizlik, çaresizlik duygularına bağlı olarak karşı tarafla pazarlık yapma, kavga, tehdit, inkar, intihar girişimi, yas tutmaya başlanır. Ardından gelen yoğun öfke sonrası fiziksel olarak ayrılarak kanuni işlemler başlatılır. Ekonomik düzenlemeler ve varsa çocuklarla ilgili pazarlıklar başlar. Kızgınlık , öfke, üzüntü, çaresizlik, yalnızlık duygularıyla yas süreci yaşandıktan sonra akraba ailelere ve arkadaşlara söyleme süreci başlar.
3-Boşanma sonrası- dengelerin tekrar kurulması duygular ve davranışlar: Bu dönemde coşku ve iyimserlikle boşanma eylemi sonuçlandırılır. Kararlı davranışlarla yeni arkadaşlıklar ve merak duygularıyla yeni aktivitelerde roller alınır. Varsa çocuklar için yaşam günlük bir rutine oturtulur. Yavaş yavaş durumu olduğu gibi kabul etme, yeni bir kimlik oluşması, kendine güvenme ve duygusal boşanmayı tamamlama, kendinden emin olma, enerji ve coşku, bağımsızlık ve bireysellik duygularının yükselmesi ile birlikte yeni partner veya sevgi nesnesi arama dönemi başlar. Çocukların durumlarına alışmaları ve kabullenmeleriyle birlikte yeni yaşam biçimi oluşur.
Hukuki yönden boşanma: Hukuki yönden boşanma, evlilik sözleşmesinin sona ermesidir. Medenin kanunun boşanma nedenleri şu başlıklar altında toplanıyor;
1-Eşlerden birinin, evlilik  dışı cinsel ilişkisi ve aldatması, 2- Eşlerden birinin, onur kırıcı suçlardan hüküm giymesi, onursuz bir yaşam sürmesi, 3- Eşlerden birinin, ötekini bırakıp gitmesi (terk), 4- Eşlerden birinin, ötekinin canına kıyma girişimleri ve çok kötü davranması, 5- Eşlerden birinin, ağır ruhsal hastalığı, 6- Aşırı geçimsizlik ve uyumsuzluk.
AİLE PROBLEMLERİ: Özellikle ülkemiz gibi ailesel bağların ve toplumsal yaşantının kişilerin davranışlarında etkili olduğu toplumlarda erişkin yaşlara gelen kişiler evlenerek hayatlarını sürdürmektedirler. Yurt dışında yapılan çalışmalara göre 45-65 yaş grubunda evli erkeklerde, aynı yaş grubundaki bekar ve birlikte yaşayan erkeklere göre , 10 yıl içinde ölüm oranları  iki kat daha az bulunmuştur.  
Evlilik veya aile içinde çeşitli nedenlerle bir problem, bir güçlükle karşılaşıldığında, problemden oluşan gerginlikle başa çıkabilmek için aile şu mekanizmalardan bir veya birkaçını kullanır.
1- Birbirinden uzaklaşma
2- Birbiriyle çatışmaya girme
3- İlişkinin uyumu için eşlerden veya aile üyelerinden birinin kendini feda etmesi
4- Çiftin ve ailenin ortak bir ilgi alanına yönlenmesi.
 
            1- Birbirinden uzaklaşma: Sistem teorisine göre, dürtüsel olarak kişileri yönlendiren, birliktelik ihtiyacı ve bireyselleşme ihtiyacı arasındaki dengenin kurulabilmesidir. Duygusal insanların bireyselleşme ihtiyaçları az, birliktelik ihtiyaçları yüksektir. Birey farklılaşmaya başladığında ilişkilerindeki kaygı da artacağından, kaygı ve endişe duygusal sistemi harekete geçirerek bireyin farklılaşmasını azaltır. Bireysellik ihtiyacı, farklılaşma düzeyleri çok düşük olan kişilerde diğerleri ile olan ilişkide aşırı yakınlık ve kaynaşma meydana gelir. Artık kişiler ilişki içinde bireyselliklerini koruyamazlar. Bağımlılık arttıkça ilişki sıkıntı ve gerginlik üretmeye başlar.
İlişki içinde iki türlü anksiyete yaşanır:                                                                                
1-Duygusal olarak izole olup birliktelik ihtiyacına yol açan anksiyete.                                             
2- İlişkide yoğun duygusallık nedeniyle partnerle aşırı kaynaşma ve bireysellik ihtiyacının artması.
Bu iki durum arasında kişiler yakınlaşma - uzaklaşma ikilemini ve geliş gidişleri yaşamaya başlarlar.
Ailenin karşılaştığı bir problemde, oluşan iç gerginlik veya birbirlerinin duygusal tepkilerinden kaçınmak için aile üyeleri veya çiftler birbirlerinden uzaklaşırlar. Kişi araya mesafe koyarak karşılaşmaları az ve yüzeysel tutar, böylece kendini bağımlılık ilişkisinden korumaya çalışır. Ama bu duygusal mesafe, kişinin bağımlılık ihtiyaçları da olduğu için, başka yerlere akar. Bu mesleki başarılar, evlilik dışı ilişkiler veya terapötik ilişkiler olabilir.
 
            2- Birbiriyle çatışmaya girme: Yakınlaşma -Uzaklaşma ikilemine çözüm olabilir. Çocukları ebeveynin aşırı ilgisinden korur. Çatışmalı evlilik ilişkisi, eşlerin duygusal tepkiselliğinin çoğunun diğer eşte yoğunlaştığı çok sıkı ilişkilerdir. Gerilim dayanılmaz bir ölçüye geldiğinde, çift çatışmanın kalkmasını değil, gerilimin başa çıkabilecekleri düzeye inmesini isterler.
 
            3- Bir kişinin kendini feda etmesi: Evlilik veya aile içinde gerilim, uyumun sürmesi adına, diğer eşin kendi isteklerinden vazgeçerek yada indirim yaparak çözülmeye çalışılır. Süreç içinde en çok özveride bulunmuş olan kişide, Fizyolojik yada Psikolojik bir belirti oluşmaya başlar. Sürekli kendi isteklerinden vazgeçen kişi de oluşan öfke boşalamadığı için bedenine zarar verebilir. ( Allerji, ülser belirtileri, çarpıntı vs.).
 
            4- Ortak ilgi alanına yönelme : Her iki eş veya aile üyeleri ilişkilerindeki bağımlılığın yarattığı anksiyete den kaçınmak için ilgilerini bir çocuk veya çocuklardan birine yöneltebilirler. İlerleyen süreçte bu çocukta ailenin gerginlik ortamlarında bir hastalık belirtisi geliştirme, aşırı duygusal tepkiler verme, bireysellik kazanamama ve aileye bağımlı kalma, sorumluluktan kaçınma davranışları gelişmeye başlar. Çıkardığı problemlerle aileyi bir arada tutmaya çalışan çocuk, günah keçisi ilan edilir. Özetle ailenin patolojisi günah keçisi olan çocukta somutlaşmıştır.
Evlilikte en önemli sorunlar arasında;
-          eşler arası iletişim süresi ve kalitesinin eksikliği,
-          kendi aileleri ve eşlerinin aileleri ile olan ilişkileri,
-          toplumsal hayata yönelik davranış ve hissedişleri,
-          ekonomik sorunlarla başa çıkabilmeleri,
-          mesleki durumları sorunlarını çözmede kullandıkları yollar, 
-          eğer çocukları varsa onların bakımı ve yetiştirilmesindeki farklı bakış açıları,
-          ve cinsel hayatlarındaki yetersizlikler ve uygunsuzluklar sayılabilir.
            Evlilikte sorunlara yol açan cinsel sorunlar:-Kadınlarda vaginismus, anorgazmi , erkeklerde erken boşalma ve erektil fonksiyon bozuklukları sayılabilir. Bunlar yüksek olasılıkla psikolojik kökenli olup, tedavi edilebilir sorunlar arasındadır. Toplumumuzda sıkça karşılaşılan cinsel sorunlar genellikle daha önce, hatta çocukluk döneminde yaşanan tacizlerle ilişkili olabildiği gibi, aile içinde cinsel bilgilerin ebeveyn tarafından doğru bir şekilde öğretilmeyip, kulaktan dolma yanlış bilgilerden edinilmesi, ailede karşı cins ile iletişimin  katı bir şekilde sınırlandırılması ve korkutulması ile gelişebilmektedir. Gençler bu nedenlerle genellikle evlendikleri zaman karşı cinsle ilk cinselliklerini yaşamakta, bu da aşırı heyecan, performans kaygıları ve korku ile  sorunlu cinsel girişimlere yol açmaktadır. Bazen de gençler arkadaşlarının ya da bazı akrabalarının telkini ile paralı uygunsuz cinsel ilişkilere girip, ilk deneyimlerde olumsuz yaklaşımlarla karşılaşmakta, bu durum kendi performans kaygılarını arttırmaktadır.
Farklı sosyokültürel düzeyler: Farklı dinler, milletler, mezhepler, farklı sosyoekonomik düzeye sahip aile yapıları gibi birbirlerinden çok farklı  sosyokültürel değerlere ve yargılara sahip olduklarından  evlilik sorunları yaşayabilirler. Bireyler çevreden gelebilecek baskı ve zorlamalara göğüs gerecek yapıda değiller ve bunun için gerekli maddi ve manevi güçte değillerse, birbirlerine ve evliliklerine sahip çıkamayabilirler. Ancak her ikisi de çevrelerine gerekli sınırları koyabilmek için yeterli birikime ve kişilik yapılarına sahipse, evlilikleri çok mükemmel de olabilir
İletişim düzeyleri: Eşlerin birbirleriyle kurdukları sözel ve vücut dili olan iletişim (birbirleriyle az konuşmaları, dertlerini paylaşamamaları gibi) yetersiz ve kalitesizse gene evlilik sorunları erken dönemlerde başlayabilmektedir.
Zamanın paylaşımı :Evliliklerde diğer sorunlardan biri de bireylerin sürekli olarak her şeyi birlikte yapmak zorunda hissetmeleridir. Doğal olarak birlikte vakit geçirecek aktiviteler olacaktır ancak bireyler zaman zaman kendi arkadaşları ve çevreleri ile de birbirlerinden ayrı zamanlar geçirebilirler.
İş ve çevrenin aile hayatını olumsuz  yönde etkilemesi:  İnsanların günlük hayatları  bir parça sirklerde göstericilerin 4-5 topu bir arada havada döndürmesi davranışına benzetilebilir.  “Her top belli bir sürede elde tutulmalı yada dokunmalı ve birbirleriyle aynı hız ve doğrultuda atılmalıdır. Toplardan birisi elde fazla tutulur ya da yavaş atılırsa, diğer toplarda düşmektedir”. Benzer şekilde eğer kendisine, eşine, mesleğine ve çevresine yeterli zamanı ayıramaz ise, bunlardan biri bile aksasa diğerleri de zaman içinde zarar görebilmektedir.
 Sadece eşe yoğunlaşmak: Kişiler bazen bütün hayatını eşinin üzerine kurabilmekte ve her şeyi ondan bekleyebilmektedir. Kendisi, yaptığı uğraşlar ve çevresiyle kurduğu ilişkilerden doyum sağlayamamaktadır. Buda ilerleyen aşamalarda eşin kıskanılmasına, onun hayatının kısıtlamasına sebep olmakta ve evlilik tehlikeye girmektedir.
Birbirini tanıyabilmek ve maske takmamak: Özellikle kırsal kesimlerde erişkin döneme gelen kişiler, ailelerinin kararları doğrultusunda birbirlerini yeterince tanımadan evlenmektedirler. Bazı durumlarda ise aile baskısı ile hiç karşı cinsten arkadaşı olmayan kişiler görüşüp tanıştıkları ilk kişi ile evlenmektedirler. Bu durumlarda kişiler kendi gerçek özelliklerini saklamakta ve karşılarındakini maskeler takarak aldatmaktadırlar. Bunlar sonucunda “cicim aylarının bitiminde” sorunlar başlamakta ve fertler “bu benim sevdiğim kişi değildi” diyebilmektedirler.
Sınırların belirlemesi ve koruması:Toplumumuzda gençler genellikle evlenene dek aileleri yanında yaşamaktadır. Bazı durumlarda evlenecek çağa gelen gençler babalarının yanında çalışmaktadırlar. Bu gibi durumlarda gençler yeterli güce sahip olamamakta ve adeta onların eline bakar duruma gelebilmektedirler. Anneler çocuklarını aşırı kollayıcı olmakta ve onlarda bağımlı bir kişilik oluşturarak, kendi başlarına yaşayabilme becerilerini ellerinden almaktadırlar. Bu gibi durumlarda aileler gençlerle aynı dairede ya da apartmanda yaşamakta, gençlere sık sık müdahale etmektedirler. Bu gibi hallerde sınır sorunları yaşanır ve baba-oğul, gelin-görümce, gelin-kaynana çekişmeleri, damat- kayınpeder ya da eltiler arası geçimsizlikler yaşanabilmektedir.
Evlilik dışı cinsel ilişki: Evliliklerde çiftlerden her biri kendini yenileyebilme, hayatlarını tekdüzelikten koruyabilme yeteneğine sahip olmalıdır. Kişiler kendilerine değer vermez ve bakımlı olmazlarsa, ev içinde sevimli , anlayışlı bir ortam oluşturamazlarsa ya da kendilerinde doyumsuzluklar varsa , evlilik dışı cinsel birlikteliklere girişebilirler. Bu durumda kişiler kuruma ihanet ediyor demektir. Aldatmanın özrü olmayabilir ancak, sebepsiz bir sonucunda olmayacağı akılda tutulmalıdır.
 
            Uygunsuz beklenti düzeyleri: Fertler bazen birbirlerinden çok büyük beklentiler içinde olabilmektedirler. Bir şekilde ayağı yere basmayan aşırı romantik beklentiler kişiyi hayal kırıklıklarına uğratabilir. Örneğin histriyonik kişilik özellikleri olan kişiler sürekli olarak aranılmak, aşırı düzeylerde desteklenmek ve  eşlerinin yanında sürekli olarak bir numara olmak isterler. Özellikle kızlar ailelerinin içinde bulundukları gergin ilişkilerden ve zor ekonomik durumlar nedeniyle erkenden evlenebilmekte ve  gerçekçi olmayan beklentileri nedeniyle “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” gibi daha olumsuz durumlar içine düşebilmektedirler.
Otorite mücadeleleri: Evlilik bir güç mücadelesinin, meydan savaşının yapıldığı  bir alan değildir. “Hep ben haklıyım, o haksız, en doğruyu ben bilirim, benim sözüm kanun” şeklindeki yaklaşımların olabildiği narsisistik ve aşırı düzen ve katı prensiplerle donatılmış olan obsesif kişilikler bir diğerinin üzerinde otorite kurmaya çalışabilir. Bu da sürekli olarak sürtüşmelere ve ilerleyen dönemlerde ciddi evlilik problemlerine yol açar.
      
      Sorumlulukların bilinmesi: Ev işleri, çocuk bakımı, alışveriş vb. şeyler toplumumuzun bazım kesimlerinde tek kişinin sorumluluğuymuş gibi algılanmaktadır. Eğer kadın çalışmıyorsa bu çok ciddi problem olarak ortaya çıkmayabilir ancak her iki tarafta çalışıyorsa ve bu görev dağılımındaki eşitsizlik aile içinde ciddi sorunlara yol açabilmektedir.
Kendini feda ederek, çocukları için evliliği hasbelkader sürdürmek: Bazı durumlarda bireyler sadece “çocuklarım annesiz ya da babasız büyümesin” diye evliliğ sürdürebilmektedirler. Böyle durumlarda evlilik sevgi olmadan sürdürüldüğü için, evlilik sorunlu bir şekilde yaşanmakta ve bundan dolayı da çocukların ruhsal sağlığı olumsuz yönde etkilenmektedir. Anne, babanın maddi olarak aralarında olup, manevi olarak yanlarında olmaması çocuklar için daha da örseleyici olabilmekte ve onların da ilerleyen dönemlerde kendi evliliklerinde başarısız olmalarına neden olabilmektedir.
Alkol, uyuşturucu madde ve kumar gibi alışkanlıklar: Eğer eşlerden birisi bu tür bir alışkanlık içinde ise bunlar maddi, manevi, sosyal ve ailesel iletişim sorunlarına yol açabildiğinden evliliğin güzelliğini bozmaktadırlar. Bu durumların varlığı çoğunlukla boşanmalara yol açabilmektedir. (Yayınlanmamış veri).
BOŞANMANIN AİLEDEKİ ETKİLERİ: Boşanma stresli yaşam olaylarından biridir. Ruhsal yönden bu sorun belli aşamalardan geçerek çözülür. Erken dönemde kayıp objenin yeniden kazanılacağı beklentisi yaşanır, orta dönemde dezorganizasyon egemendir, son dönemde ise yaşam ve duygular eski haline döner. Ailede stres yaratan olayların birinci sırasında eşin ölümü yer alır. Bunu izleyen ikinci stresli olay ise eşlerin ayrılmaları, boşanmaları ve yeniden evlenmeleridir. Boşanma ve yeniden evlenmeler, ailenin her işlevine etki eden bir seri karmaşık değişikliğe neden olur. 
 
Ayrılma ve yeniden evlenmeler: Ebeveyn- çocuk ilişkilerine, Ebeveynlik işlevine ve bunun etkinliğine, Aile çatışmalarına, Aile gelirine ve ikametgahına, Ailenin dostlarıyla olan ilişkilerine , Ailenin toplumla olan ilişkilerine etki eder.  
Boşanmanın ilk yılı yetişkinler için oldukça zordur. Boşanmış kadınların üçte ikisinde, erkelerinse üçte birinde önemli ruhsal sorunlar gözlenmektedir.
Boşanmalar bir çok ülkede toplumsal kaynaklı ruhsal sorunlara yol açmaktadır. Yapılan çalışmalarda boşanan kadınlardan çocuk sayısı az olanların yeniden evlenmekten kaçındıkları, ancak çok çocuklu kadınların yeniden evlendiklerini göstermektedir. Varılan sonuçlardan bir diğeri de kurulan yeni ailelerde krizlerin kaçınılmaz olduğu ve kurulan evliklerin yaklaşık yarısının boşanmayla sonuçlandığıdır. Boşanma öncesinde kadınların, sonrasında ise erkeklerin seperasyon süreci yaşadığı, ilk evliliğin başarısının daha sonrakilerin başarısı konusunda bir gösterge olabileceği öne sürülmüştür(Kitson ve arl. 1989). 
Yetişkinin gerilemesi: Çocukların bazen anne ve babanın boşanmasına tepki olarak gelişimlerinde tamamladıkları bir aşamaya döndükleri görülebilir. Aynı şekilde istenmeyen yada sert bir boşanma da bir yetişkini geride kalmış bir gelişim aşamasına döndürebilir veya kişiliğinden beklenmeyen davranışlara itebilir. Bazı yetişkinler tamamen çaresiz, çocukları dahil başkalarının bakımına muhtaç hale düşebilir. Çoğu insanın bu tür davranışlarından kurtulmak için bir ruh sağlığı uzmanının yardımına ihtiyacı yoktur. Genellikle bu davranışlar geçicidir ve kişi iç dünyasında dengeyi sağlayıp, hayatına yeni bir yön vermeye başardığı zaman yok olurlar.
Ebeveynin çocuklaşıp, çocuğun ebeveynleşmesi: Boşanmadan sonra bazı anne ve babalarda görülen bir çeşit gerileme sonucu, ebeveyn bir çocuğuna veya hepsine çok bağımlı hale gelebilir. Aslında olay rollerin değişimidir.  Çocuklar ebeveynin bakımını üstlenirler ve sırdaşı olurlar. Ebeveyn kendini çaresiz, mutsuz ve yalnız hisseder ve kendi sorumluluğunu taşımayı ya reddeder yada beceremez. Bazen ebeveyn alkolik yada uyuşturucu bağımlısı da olabilir. Sonuçta, çocukta çarpık bir gelişim ve ebeveynin aracılığı ile edinilmiş yanlış bir gerçek anlayışı ortaya çıkar. Çok aşırı durumlarda ebeveyn enseste kadar götürür. Çünkü çocuğu kaybettiği eşin yerine koymaktadır. Daha sık görülen ise ebeveynin yalnızlığını gidermek için çocukla beraber uyumasıdır.
İnkar etme ve savunma mekanizmaları geliştirme: Bazı insanlar boşanma ile ilgili olarak mutsuzluk ve öfke duyduklarını kabul etmezler. Her şeye kolaylıkla uyum sağladıklarını ve kendilerine mükemmel bir hayat kurduklarını iddia ederler.  Çeşitli faaliyetlerle meşgul olmak herkese iyi gelebilir. Günlük işlerin dışında bir şeylere vakit ayırmak kişiyi hem zihinsel olarak geliştirir, hem de çevresini genişletme fırsatı yaratır. Eğer bunlar başka sorunlardan kaçmak için yapılıyorsa ve yorgunluktan kendisinin ve kendine yakın insanların ihtiyaçları ile ilgilenemiyorsa bu durum depresyonu ancak bir süre için ertelemeyi sağlar. Sonunda, sorunlar çözümsüz kaldığı için çöküntü kaçınılmaz olur.
Çocuklara taşıyabileceklerinden fazla sorumluluk yüklemek:Fazla çalışmaktan yorulmuş ve bunalmış çoğu anne yada baba küçüklerin bakımını en büyük çocuğa yüklemeyi bir çözüm olarak görebilir. Yada çocuklara, onları ödevlerinden ve yaşları gereği yapmaları gereken sosyal aktivitelerden alıkoyacak kadar çok sorumluluk verirler.
Şiddet : Ayrılık ve boşanmayı izleyen ilk aylarda eşler arasında şiddet ve çocukların istismarı konularına da sıkça görülen durumlardır. Nafaka ödemelerini geciktiren baba, çocukların önünde küçük düşürülürse eski eşine saldırma dürtüsüne karşı koyamayabilir. Yorucu bir iş gününden sonra eve dönen anne çocukların bir şişe sütü mutfağa dökmüş olduğunu görünce önüne çıkan ilk çocuğu sorgusuz sualsiz dövebilir. Çocuklar bile ebeveyne karşı saldırganlaşabilir.
Kendini soyutlama ve hiperaktivite: Ayrılma ve boşanmanın hemen sonrasında, insanlar, ya kendilerini diğerlerinden soyutlama yada olağan üstü sosyal yaşam sürdürme modellerinden birini seçerler.
Soyutlamayı seçenlerin bir çok nedenleri vardır. Örneğin bazı anne babaların çocuk bakıcısına verecekleri para yoktur. Diğerleri ise çocuklardan bütün gün ayrı kaldıktan sonra onları bakıcıya bırakıp dışarı çıkmaktan suçluluk duyarlar. Nedenleri farklı da olsa her iki ebeveyn bunalır. Çocuklarının onlara bir nefes alma imkanı bile tanımadığını düşünürler. Bazı anne ve babalar ise diğer insanlarla görüşmemek için işlerini ve çocuklarını bahane ederler. Boşanmanın şokunu henüz üstlerinden atamamış ve hayatlarına yeni bir yön verememişlerdir. Karşı cinsle ilişki istemediklerini söylerler. Cinsel arzu da duymadıklarını iddia ederler. Bazıları ise, duydukları üzüntüden ve yeni amaçlar belirleyememiş olmadan dolayı basit günlük işler dışında hiçbir şey yapacak gücü kendilerinde bulamazlar. Yeni insanlar tanımak veya teşebbüsünde bulunmak onlar için imkansızdır.
Diğer uçta da sürekli evin dışında gezen anne ve babalar vardır. Onlar sürekli gece kurslarına ve arkadaş toplantılarına giderler. Çocukları bazen bakıcılara bazen diğer ebeveyne bazen de arkadaşlarına ve akrabalarına bırakırlar. Bazıları duygusal olarak hazır olmadıkları halde karşı cinsle ciddi ilişkiler kurarlar yada fazla seçici olmadan arkadaş değiştirirler. Bu tür insanların çoğu bu şekilde davranarak, onlara yürümemiş evliliklerini ve omuzlarındaki sorumluluğu hatırlatan çocuklarını unutmaya çalışırlar.
Hayatı sürdürmek (geçmişe perde çekmek): Ayrılık yada boşanmayı izleyen aylarda ailenin yaşadığı değişikliler çok çeşitlidir. Bir yandan duygusal bir kargaşa, diğer yandan maddi sorunlar yaşanır. Bu gelişmeler ailenin yaşam tarzını da değiştirir. Ayrılık henüz sıcak olduğu için etkilenen kilerin zihinleri devamlı bu konu ile meşguldür. Zamanla bu durum değişir, ancak bu kez yeni bir hayat kurma gerçeği ile yüz yüze kalınır.
Yeni bir sosyal yaşam kurmak: Ebeveyn olarak yaşamını sürdüren bir çok kişi çocukları dışında bir hayatları olmadığını ve bununda isteksizlikten değil zamansızlık ve parasızlıktan kaynaklandığını bildirmektedirler.
Karşı cins ile duygusal ilişki: Boşanmış kişilerin çoğu, bir daha asla evlenmeyeceklerini, hatta duygusal ilişkiye bile girmeyeceklerini, çünkü tekrar incinmek istemediklerini söylerler. Boşanmanın açtığı yaralar yeni iken genellikle böyle söylenir, ama zaman geçtikçe bu yaklaşım değişir. Çoğu boşanmış insan yeni duygusal ilişkilere girer, hatta evlenir. Kişinin yeni birisi ile duygusal bir arkadaşlığa başlaması çocuklar açısından yeni ve zor bir durumdur. Bazen çocuklar anne veya babayı bu yeni ilişkiye  son vermek için zorlayabilirler. Özellikle, boşanmadan sonra ebeveyne aşırı bağımlı hale gelmiş çocuklar artık ebeveynin onlara eskisi gibi ihtiyacı olmadığını ve hayatında daha önemsiz bir rol  oynayacaklarını düşünerek bu ilişkiye engel olmaya çalışırlar. 
Yetişkinler boşandıktan sonra karşı cinsle ilişki kurmakta zorlanabilirler. İnsan genç ve bekar iken duygusal ilişkiler hayatın merkezi değil, bir parçasıdır. O dönemde eğitimin tamamlanması veya bir kariyere başlanması gündemdedir. Ayrıca birlikte olunan her yeni insanla birlikte insan kendisi hakkında yeni bir şeyler keşfeder. Oysa şimdi durum çok farklıdır, gençlik yılları geride kalmıştır. Üstelik bir de bakmak ve yetiştirmekle yükümlü olunan çocuklar vardır.
Fiziksel hastalık: Boşanma Fiziksel sağlık açısından da önemli bir aile içi yaşam olayıdır. Boşananlardaki tüm nedenlere bağlı ölüm olguları dul kalanlara veya evlilere göre daha yüksek bulunmuştur. Kronik fiziksel hastalıkların evlilik doyumu üzerindeki olumsuz etkilerine ve boşanmaya neden olması da dikkate alındığında boşanma ve sağlık arasındaki ilişkiyi saptamaya yönelik çalışmalara ihtiyaç olduğu görülmektedir. Son zamanlarda yapılan psiko-immünolojik araştırmalar, eşin ölümü veya boşanma durumlarında ortaya çıkan sağlık sorunlarını açıklayıcı bir çok biyolojik mekanizma olabileceğini göstermiştir. Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, stressin immünosupressyona ( bağışıklık sisteminin baskılanması) ve hastalıklarda artışa neden olduğuna işaret etmektedir. Eşin ölümü ile hücresel immünite (hücresel bağışıklık) de azalma meydana gelmektedir. Boşanmış veya eşlerinden ayrı yaşayan kadınlarda ise, sosyo-ekonomik bakımdan eşdeğerde olan evli kadınlara göre belirgin bir bağışıklık azlığı olduğu saptanmıştır. Evli kadınlarda, evlilik ilişkilerindeki bozukluk ise depresyonun artmasına ve bağışıklığın azalmasına neden olmaktadır.  Bağışıklık işlevi ciddi depresyonda bozulmakta ve merkezi sinir sisteminde oluşan değişiklikler buna neden olmaktadır.
BOŞANMANIN ÇOCUK ÜZERİNE ETKİLERİ: Ayrılık ve boşama, ilgili herkesin üzerinde travmatik bir etkiye neden olur. Ama ebeveynler genelde çocuğun nasıl etkilendiğini fark etmezler. Kendi görüşlerini kimseye açmasalar da, bir çocuk, anne babasının evliliğinin bozulmasında suçlanacak kişi olduğuna inanır. Eğer derslerine daha çok çalışsalardı, daha az yaramazlık yapsalardı, yada daha nazik olmaya çalışsalardı, babaları şimdi evi terk ediyor olmayacaktı diye düşünürler.
 Bir çok vakada ebeveynler kendi duygusal ve ekonomik sorunlarına öyle gömülmüştür ki olup bitenlerin çocuk üzerindeki etkisini fark edemezler. Çocukların yanlarındayken normal davranmaya, evlilik ile ilgili tartışma ve düzenlemelerini onlardan uzak tutmaya çalışan ebeveynin bu çabaları işe yaramaz. Çocuklar yanlış bir şey olduğunu hissetmede oldukça duyarlıdır, hatta olup bitenleri tam olarak anlamasalar bile. Bununla birlikte son zamanlarda boşanmaların ve ayrılıkların artması, gerçekte, trajik olan bu durumu çocuklar için kolaylaştırmaktadır. Eğer ne olduğunu anlayacak yaştaysa, öteki ailelerinde benzer durumlar yaşadığını bilecek ve bu deneyiminin paylaşılması gerçeği, kendisini daha az izole edilmiş hissetmesine neden olacaktır.
Boşanmadan sonra olanlar çoğunlukla ayrılığın kendisinden daha kötüdür. Anne babanın arasında kalan çocuğa, her ikisi de çocuğu nasıl sevdiğini ama öteki tarafın aslında ne de korkunç olduğunu çocuğa anlatmakta ısrar etmektedir.    
Bir  yılda 1 milyondan fazla çocuk, anne baba boşanması ya da ayrılığını yaşamaktadır. Boşanmaya karşı çocukların tepkilerinin varlığının farkında oluşun artmasıyla, 1960’lardan bu konu üzerine bir çok araştırma yapılmıştır.
            -1975’ten bu yana boşanmaların yılda 1 milyonu aşmıştır.
-Bugün yapılan iki evlilikten birinin boşanma ile sonuçlanacağı, 1983’te doğan çocukların %45’nin anne babasının boşanacağı. %35’inin anne babası tekrar evleneceği, %20’sinin anne ya da babası ikinci eşinden de ayrılacağı tahmin edilmektedir.
-Evliliklerin yarısı ilk 7 yıl içerisinde sona ermektedir. Buna göre 1980’lerde doğmuş çocukların aşağı yukarı üçte biri 18 yaşına gelmeden tek ebeveynli bir evde yaşayacaktır.
Bu istatistiksel veriler boşanmanın ciddi bir sosyal sorun olduğunu şüphe götürmez bir tarzda kanıtlamaktadır. Ancak boşanmayı iyi ya da kötünün karşıtlığı olarak görmek çok basit bir yaklaşım olur.
Boşanma ile ilgili düşündürücü gerçeklerin ve anne babası boşanmış çocukların gelişimle ilgili ve psikolojik sorunlar yaşamak açısından diğer çocuklardan daha fazla risk altında olduğuna dair artan verilerin ışığı altında, giderek daha fazla çift aileyi dağıtmanın doğru olup olmayacağını sorgulamaktadır. Bazıları, en azından çocuklar büyüyüp evden ayrılana kadar, kişisel isteklerini bir kenara atıp evliliği sürdürmeyi düşünebilir. Boşanmayı karşı tarafın istediği durumlarda, eşler karşı tarafın önüne istatistikleri koyarak, karşı tarafta suçluluk duyguları uyandırıp, fikrini değiştirmeyi deneyebilir. Araştırma sonuçları göstermiştir ki; sadece çocukların iyiliği için bir arada kalmanın çok nadir işe yaradığıdır. Bazen, bir arada kalmak, çocuklara, anlaşamayan eşlerin boşanmasından daha çok zarar verebilmektedir.
Günümüzde evliliklerin sona ermesi sık rastlanır bir olay olduğu için, bir çok çocuk- çok küçük olanlar hariç- boşanma kelimesini bilmektedirler. Kavganın-özellikle fiziksel şiddet ve alkolizm- bol olduğu ailelerde, çocuklar farkında olmadan, anne babalarının ruhsal durumlarını okumayı öğrenirler. Kızgın ya da mutsuz bir ebeveyne yaklaşmak için en doğru zamanı çeşitli ayrıntılardan yola çıkarak bulabilirler. Aynı şekilde ne zaman ortada olmamaları gerektiğini de bilirler. Boşanma hakkında az çok bir şeyler bilmek ve sürekli anne-babanın kavgasına tanık olmak bile birçok çocuğu anne babasının ayrılıyor ya da boşanıyor olduğu haberine hazırlamaz. Olay patladığı zaman, ki bu çoğu kez anne ya da babanın evden ayrılması ile kanıtlanır, bir çok çocuk gerçekten sarsılır. Eğer çocuk anne ve babasının kavgalarından uzak tutulmuşsa daha da büyük bir şok yaşar. İstismar eden biri bile olsa, bir ebeveynden ayrı olmak çocukları dehşete düşürür. Çocuğun aileyi terk etmiş olan ebeveyni özlemesi doğaldır. Ebeveynin ayrılmış olması çocukların bağlılık duygularını yok etmez.
Yaş gruplarına göre verilen tepkiler
 Bebeklik: Kederli, ağlayan, yasta, apati, parmak emme, oyuncaklarına sarılma, yapışkanlık ayrılık kaygısı, ayrımsız öfke, ajitasyon
Okul öncesi: Ağlama (fakat azalmış), üzüntü, çekilme, masturbasyon, yapışkanlık, bakım görme arzusu, ayrılık kaygısı, oyunlarda kızgınlık ve öfkenin dışa vurması, ajitasyon
Orta Çocukluk: Ağlama, üzüntü, yapışkanlık, mızmızlanma, bebeksi konuşma, bağımsızlık, itaatsizlik, okuldan kaçma, suç işleme, huzursuzluk, okul başarısında azalma
 Ergenlik: Gözü yaşlılık, üzüntü, bitkinlik, okul fobisi, asilik, kavgacılık, kabalık, ilaç kötüye kullanımı, içki kullanma, evden kaçma, seksüel aktlar